Yazın Ardından, 2014



Ramazan bayramının son günü annemlerle başlayan misafir trafiği dün itibariyle sona erdi. Genç yeğenlerimi  dün uğurladık. Ara ara yorulsak da kalabalık evlerin güzel yanlarını özlemişim. Ecem'in Eren'i bebek arabası ile dolaştırması, sohbetler, birlikte gezebilmek gibi. Ağustos nasıl geçti anlayamadım. Takvime baktığımda 22'si olmuştu bile. Eren'in doğum günü ,Emre'nin 3 hafta evde olması derken ağustos fark etmeden geçiverdi. Çok sıcak oldu ayrıca, ev yüksekte ve epey rüzgar alıyor, buna rağmen klimayı icat edene dua ettiğimiz günler hiç de az değildi.

Beş altı kez havuza, üç ya da dört kez denize girdim.  Deniz hijyen ve keyif açısından çok daha iyi ama çocuklarla arabaya doluşup, park yeri bulup, eşyaları yüklenip sahile inmek, bir küçük şişe suya 3 lira ödemek, her yerimiz kuma bulanmış şekilde eve dönmek tercih edilir bir durum değil. Bodrum'da pek beğenilen Aktur sitesinin plajına gittiğimizde halk plajından farkı yoktu. 3 lira olan Magnum 5.5 liraydı, zar zor bulduğumuz iki şezlongla denize girdiğimiz yer arasında 100 metre mesafe vardı.

Sahillerin kalabalıklığı dışında ''Bodrum'un nüfusu 1 milyonu geçmiş'' durumunu çok hissetmedim çünkü ev ve iş arasındaki yol izole bir yol. Esas sıkıntıyı Bodrum merkezden başka bölgelere gidenler yaşıyor.

Emre'nin evde kalması iyi oldu ,çok sıcak günlerde okula getirip götürmek beni çok yoracaktı. En az yarım saat uzatıyor işe gelişimi ve eve dönüşümü. Servise başlasın diyorduk ama hala bir adım atmadık o konuda. Yolumun üzeri  gibi aslında okulu . Emre beni bırakmakta zorlanmasa hemen çıkabilsem kreşten sabahları yorulmayacağım ama sıklıkla ayrılmamız sancılı oluyor. Benden kaynaklanıyor belki bu durum. Birkaç sabah veda faslını kısa tutup, ağlasa bile cabucak çıksam alışacak; suçluluk duyuyorum çalıştığımdan dolayı ,o yüzden bırakasım gelmiyor herhalde. Çocuk anlıyor bunu. Radar gibi çocukların algıları, duygularımıza karşı çok hassaslar maalesef. Eren bir süredir ağlıyor sabahları ben çıkarken. Ayrılık anksiyetesi başladı. Emre'nin büyüme sürecinde en çok yorulduğum konulardan biriydi, sabah ayrılıkları , Eren'de de aynısı olacak belli ki.

Sevgili günlük, özellikle yorgun olduğum (ki genellikle uykusuz olmam demek bu) günlerde anne olmanın bana göre olmadığı geçiyor aklımdan. Ebeveyn olmak rutin istiyor, yemek saatleri uyku saatleri az çok belli olmalı çocuk milletinin.Bir gün yedide bir gün onda uyumamalı. Tutarlı olmalı insan. Emre'ye defalarca büyük sınıfa geçince servisle gideceksin dedik, ee ne oldu, geçti işte büyük sınıfa.Yine ben alıp bırakıyorum, işe yetişme telaşı ile gerile gerile. Baba kişisi eve geç geliyor, yedi civarı. Onun gelmesini beklediğimizde bakıcı geç kalıyor, mecburen dolmuş durağına götürüyorum.Bir düzen tutturamıyoruz bir türlü, ruhumda yok o disiplin. Evin dağınıklığı, aradığımı bulamamak, çocukların yattığı yerlerin bile belli olmaması derken epey ağır bir bedel ödüyoruz bu düzensizlik için.

Huzur ve mutluluk sadece birer his midir Sebastian? Tıkır tıkır işleyen bir düzeni olanlar daha mutlu mudur sence?

Böyle düşüncelere dalmak, beyin fırtınaları yapmak iyi değil kimse için. Farkındalık bir yere kadar. Sorgulamanın sonu yok ki. Her şey olması gerektiği gibi. Elimizden gelen, gücümüzün yettiği bu, ben buyum, bu kadarım.

Bir çay ver Sebastian, İçelim güzelleşelim:)








arkadaşım harika bir dükkan açtı,
Acıbadem'in hemen karşısında, ÖzgünÇiçek.


Not: 2014 yazının gidebildiğim tek sanatsal faaliyeti Hüsnü Şenlendirici'nin Gümüşlükteki mini konseri oldu. Zakkum'un Yangın şarkısı gidiş yolculuğumda içimi yaktı kavurdu. Bir de Midtown orkestrasının Antik Tiyatro konserine gittim yarım saatliğine.

Etiketler: , ,