Çocuklarla Akbük ve Akyaka

Akbük'e tepeden bakış
Coğrafya derslerindeki Türkiye haritasını göz önüne getirin, Ege kıyıları dantel gibi bir sürü girinti-çıkıntıdan oluşur. İşte o girintilerin hepsi bir bük yani koy. Bodrum'a taşınınca anlamaktan öte yaşadığımız bu durum beni şaşırtıyor nedense. Ege kıyıları çoğu  dik yamaçlardan inilen ve ulaşılamayan koylarla dolu. Kolay ulaşılan her yeri inanılmaz bir aç gözlülük ve hırsla, yangından mal kaçırırcasına bozduğumuzu düşünürsek bu ulaşılamama durumu iyi bir şey aslında.


Dibi görünen, tertemiz bir denizde yüzmek istiyorsanız iki şeye katlanacaksınız Ege'de ; uzun, bozuk yollar ve taşlı bir sahil. Ah, çok paranız varsa başka, o zaman tüm ''katlanma''lardan muafsınız ! İstediğiniz gibi içine edebilirsiniz doğanın ve tarihin. Kurallar ve yasalar hatta din ve ahlak fakirler içindir; kesin bilgi. Fakir dindarlara vadedilen her şeye, zenginlerin dünyada sahip olması ne ironi ama!



Nitekim Akbük'ün cennet denizine, meşhur gazetecilerden Ertuğrul Özkök'ün kaçak iskele yaptırdığını, 1. derece sit (sit bir kısaltma değilmiş bu arada , Fransızca 'le site' kelimesinden geliyormuş, eski kent manasındaymış) alanı olan koyda usulsüzce yalı yaptırdığını okudum az önce.Yiyin efendiler yiyin..



Bodrum'dan çıkıp Akbük'e gitmemiz iki saatten biraz fazla sürdü. Çocuklar uyuyordu, uyanırlar diye mola veremedik korkumuzdan. Sabah acele etmek istemedim, on bir gibi çıkınca da güneşin en şiddetli zamanında gitmiş olduk yolu. Bir ara klima yetmiyor gibi oldu, ön koltuklara vuran güneş epeyce rahatsız etti. Lakin ben artık sıcağa toleransı yüksek bir insanım, Urfa ve Hatay bana sabrı öğretti. Evet, çok sıcak. Ama söylenince sıcak azalmıyor. Tadınız daha çok kaçıyor yalnızca.

Yüksek dağların ortasında turkuaz bir koy olan Akbük'e tepeden bakmak nefes kesici bir deneyim. Kap atışlarını hızlandıran bir görüntü. Cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz şükürler olsun.

Denizin rengine dikkat
Pazar olduğu için tıka basa doluydu sahil . Kısaca halk plajı da diyebiliriz. Giriş kısmında bölgenin yerlileri kilimini, battaniyesini, erzağını getirmiş piknik yapmaktaydı. Zeytin ağaçlarının doğal gölgelerinde hem de. Daha ileri gittikçe şezlonglar, şemsiyeler, kafeler var ve her şey ücretli. Koyun orta kısmına uzunca bir ahşap döşeme yapmış ve üzerine şezlonglar sıralamışlar, orası çok güzeldi. Sabahtan gidip, havluyu serip gün boyu oradan kalkmamak lazım. Hemen denizin içinde ve neredeyse kırk beş derece eğimle duran iki boş şezlonga koyduk eşyamızı ve beklemeden denize atladık.

Bodrum'da Ortakent sahilinden denize giriyoruz genellikle. Bitez çok kalabalık, curcunası çok oluyor. Ortakent'de de yosun sorunu var biraz. Derinleşmeyen çarşaf gibi, uçsuz bucaksız bir denize giriyorsunuz (yüzme bilmediğim için açılamıyorum). Akbük'de dağların hemen karşımızda olması, yemyeşil tepelere bakarak suda olmak çok hoşumuza gitti. Saat dörde kadar cam gibi, berrak bir suda yüzdük. Sonrasında biraz dalga oldu ve su kahverengiye dönüştü. Biz de Akyaka'ya doğru yola çıktık.


Akyaka'nın güzel evleri


Halil'in Yeri'de dere içindeki salıncak
Akyaka beni çok şaşırttı. Denizini görmedim ama kasabanın içi Safranbolu'yu andırıyor. Oymalı-kakmalı ahşap konaklar ve yemyeşil doğa Ege değil Karadeniz hissi verdi bana. Akyaka çok doluydu, araba, apart ve otel tabelasından bol bir şey yoktu. Meşhur azmakbaşında, Halil'in Yeri'nde güzel bir balık yiyip dönüş yoluna koyulduk.





Bir yere giderken arabayı kullanmıyorsam yola hiç bakmam, nereden gittik,  nereden döndük bilmem ama otoban yoluyla döndüğümüzü biliyorum . Nefis müzikler çalan bir radyo eşlik etti bize bir ara. Eren uyudu. Emre telefonla oynadı ve ben


''Hani hayat bir oyundu
Artık içime sinmiyor''

Diyen Mehmet Erdem'le beraber şarkı söyledim.

Muğla otobanı

Hani hayat bir oyundu..

Etiketler: , ,