Yazdan Kalanlar

Benim için yazın özeti galiba bu..

Hayat ne garip, vapurlar falan..Evet hayat sahiden garip. Her gün onlarca irili ufaklı olay ile seni çepeçevre kuşatıyor. Bir an durup ''Ben ne yapıyorum burada? '' diye sorduğunda ise cevap ''Hiç''. Önceki yazıdan sonra zamanın bu hızlı ve umursamaz geçişine birazcık dur demek adına yazdan kalanları toparlayasım geldi. Buyrunuz: 

PREMİST OTEL İSTANBUL


''Kız kıza terapi şenlikleri'' kapsamında, temmuz ortasında İstanbul'a kaçtık. Sultanahmet'de kalmak istedik merkezi diye ama otele çok geç girdik ve kahvaltı çok vasattı. Yine de yazın en doyurucu, paylaşımcı, itirafçı haftasonunu geçirdik sevgili arkadaşım Bahar'la. Develere (!) selam olsun :)


Düzce'de geçen  haftadan bir kare. Şehri ikiye bölen Uğur deresi. Sürekli çocukları öne sürüyor olmak istemesem de hayatımın en etkili gerçeği bu . Çocuklar yanımda olunca dikkatim, enerjim ve keyfim hep bölünmüş oluyor. Yapacağım her şeyi bir de onların gözünden görmeye mecburum. Düğüne gidip pusette uyuttuğum olmuyor yani. Kaldı ki benim oğlanlar zinhar gürültüde uyumuyor.


Gidişine ağıtlar yaktığım Max, yaz için geri geldi. Koskoca üç ay demiştik ama üç kere görüştük desem yeridir. Neyse ki bir akşam üzeri Ortakent'den denize girebildik ve gitmeden bir gün önce çocukların tüm yaz boyu sayıkladığı aquaparka gittik.

dedeman aquapark bodrum
dedeman aquapark bodrum

dedeman aquapark bodrum

Bir kere Akbük, bir kaç kere deniz, bir kaç kere de havuz olmak üzere toplamda on kez suyla temas ettim. Bodrum'da yaşamak ve çalışmak böyle bir şey işte.


Şimdiki satırları yazmaya elim hiç gitmiyor..Depresif ruh halimin bir numaralı nedeni üç aydır bizi acayip rahat ettiren, beş yılın ardından normal bir yaşam rutinine kavuşturan (herkesin kendi yatağında uyuması mesela, ne kadar güzeldi) bakıcımızın bir veda bile etmeden ayrılmış olması. Ayrıntılara gerek yok.
Altıncı Cadde Bodrum mağazasından bir eser
Koltuğun hikayesi az sonra :)


Azimle yaptığımız bir günlük kaçamak. Yollarda beş saat geçirmiş olsak da sevdik seni Akbük. Umuyorum ki bir gün çocuksuz da gidebileceğiz. Beş yıl sonra filan :)


Ellerin çocukları doktor kapılarından gelmez, her yeni çıkan aşıyı koşa koşa yaptırır, her sene check-up'dan geçerken benim oğlum beş buçuk yaşında ilk kez kan aldırdı. Gık bile demedi üstelik.


Ne kadar güzel bir kare değil mi? Ah o karenin arkasında neler var bilseniz. Gözlüğünü unuttuğum / dondurma almadığım/ patates kızartması sipariş etmediğim için dakikalarca mız mız kafamı şişiren Emre var en başta.

Bazı alanlarda biraz yosun olsa da  Ortakent halen en iyi sahil denize girmek için. Evimize yakın ve çılgın kalabalıktan uzakta. Huzurlu.


Matilda'nın altındaki üç ince kitap Çıtır Çıtır Felsefe serisine ait. 28 kitap var. Oğlanlar ve Kızlar, Başarı ve Başarısızlık, Ahlaki Olan ve Olmayan, Aşk ve Dostluk gibi başlıklar içeriyor. 7-8 yaş üstü çok rahat ve keyifle okuyabilir. Mutluluk- mutsuzluk bana bile iyi geldi. Matilda çocuk edebiyatında prestijli olan bir kitap, yazarı da öyle. Aynı zamanda Charlie'nin Çikolata Fabrikası'nın yaratıcısı. Değişik bir dili olan, bazen sert, sıklıkla komik, ortaokul seviyesinin çok sevebileceği bir kitap diyorum Matilda için.

Ve evet, her şeye rağmen keyif yapmaya çalışıyorum. Korkarım ben vasat annelikte derece yapacağım bu gidişle. Dünya yıkılsa kahvemi içip kitabımı okumalıyım ben.


Dakikalar süren süren surat asmadan ve anneye hayatı dar etmeden sonra keyif yapmayı başaran oğlum.
kervan çeyiz, fiyat dört bin beş yüz tl
Gelelim koltukların hikayesine..Aylar önce iç mimarla anlaştık demiştim. Niyetim ''bu koltuğa hangi halı gider'' gibi sorularıma cevap almaktı. Efendim, öğrenmiş bulunuyorum ki dekorasyon bir bütündür. Duvarı, yer döşemesi, kapısı ,perdesi sevdiğim tarza uygun olmadıkça istersem tek kanepeye on bin lira vereyim o ''bütünlük'' hissini elde etmek mümkün değil. Bizim evimiz gayet dolu, yaşanmışlığı olan ve belli bir tarzda inşa edilmiş bir ev ve benim gönlümde yatan ''kır evi'' olgusuna çok uzak. Koltuklar tüm mağaza seferleri sırasında en beğendiğim ikisi. Netice olarak biz hala aynı eşyalarla yaşamaya devam ediyoruz.


Bütün yaz arabamda bulunan tek CD bu uzun saçlı genç adama ait. Selçuk Balcı'nın Mila albümündeki birinci ve ikinci şarkılar benim için çok şey ifade ediyor. Dağların Karı Yetmez isimli ilk parçanın öyle bir girişi var ki beni benden alıyor. Müzik nasıl güçlü bir şey, nasıl etkiliyor insan ruhunu. Zamansız bir şarkı benim için. İkinci şarkının adı Romiko. Lazca olduğunu tahmin ediyorum. Çok hareketli, neşeli, içimdeki yayla kızını ortaya çıkaran ve horon tepen kocaman bir halkada, gençlik,  gelecek güzel günlerin umudu ve mutlulukla parladığımı, halkada herkesin bir olduğunu hissettiğimi hayal ettiren bir müzik.

Güle güle 2015 yazı..Önceki yayında da dediğim gibi Allah bugünümüzü aratmasın ama keyfi az bir mevsim geçirdik. Kıyıya vuran kuzucuğu ve abisini, kilometrelerce yol yürüyen mültecileri, çoluk çocuk bir bebek arabasına yüklenmiş valizlerle sürdürülmeye çalışılan ve yanı başımızdaki Kos adasına gitmeye çalışırken boğulan, insan tüccarlarının elinde heba olan yaşamları ve unutmak istediğim daha nice anlarıyla ki yazarsam unutma ihtimalim olmayacak; o nedenle yazmıyorum hakikaten keyifsiz bir yazdı. Cizre'de ilan edilen özerklik, baya baya başlamış olan iç savaş, karısının-çocuğunun yanında kurşunlanan askerlerimizi tarihe not düşmek istiyorum. Belki yıllar sonra ''Vay be! Ne günlerdi. Çok şükür bu badireyi de atlattık'' deriz umuduyla.

Etiketler: , , , ,