Ünzile'nin Kızı

Fikret Otyam'ın Harran'lı Kadınlar Tablosu

''Çocuklar annelerini çok sever; o kadar sever ki büyüseler de annelerinin sevgisine layık olmak için onun anneliğini devam ettirirler, o kadar severler ki onu mutsuzluktan kurtarabileceklerini zannederler. O kadar severler ki annesi mutsuz ise kendilerine mutlu olma izni veremezler. İşte ben de kendine mutlu olma izni vermeyenlerdendim. Nasıl verebilirdim ki? Annemin mutsuz olduğunu bile bile, acıyı gözünde her gördüğümde sorumlusu benmişim sanarak ve onu ben kurtaracakmışım zannederek büyüdüm. Çünkü çocukları için katlanıyordu bu hayata, çocukları onun yapamadıklarını yapıp onu kurtaracaklardı, onu çocukları mutlu edecekti. Bunları hiçbir zaman dile getirmedi annem. Ama ben çocukluğumu bu duygular, bu hayallerle geçirdim. Bu şekilde büyüdüğümü de çocuklarımı büyütürken fark ettim.
Artık kendime mutlu olma izni veriyorum.
Annemin yaşayamadığı çocukluğu için yasımı tutuyorum. Onu ben kurtaramam, artık biliyorum.''

Blogcuanne'nin sayfasında yayınlanan bir konuk yazarın yazısının bir kısmı bu (Başlığı aynen alıntıladım).

Kırka çok yaklaşmışken anladığım şeylerden biri de bu:

Bir kadın için annesini ''geçmek'' bir yük olabilir . Annesinden daha iyi koşullarda yaşadığı, daha çok kazandığı, daha büyük -iyi bir evde oturabildiği için suçlu hissedebilir. Belki de bundan eninde sonunda annelerimize benzememiz..

Çocuğa hayat veren kadının o verdiği hayatı keder ve hüzne de boğabilmesı, kendi doğurduğu çocuğu ruhen sakatlayabilmesi (neredeyse her zaman, farkında olmadan) nasıl acıklı değil mi?

Her anne sever çocuğunu, bakmak-korumak bile büyük bir iştir, anne olmadan anlaşılması zor fedakarlıklar gerektirir. Çoğu anne ölene kadar kalbinde incecik sızılarla gezer. O sızı bazen kaygı, bazen acı, bazen hayal kırıklığı, bazen suçluluk, bazen pişmanlıktır.

Bambaşka kelimeler söylemekti niyetim ama her zamanki gibi yazı kendini yazdırıyor. Dağılıyor, eğiliyor, koşuyor..

Anne..Sadece dört harf, ciltler dolusu söz söyleten..Final şahane kitap Yetenekli Çocuğun Dramı'ndan:

''Çocuk, duygularına doğduğu günden başlayarak saygı ve hoşgörü ile yaklaşıldığı takdirde, ayrılma aşamasına geldiği zaman annesi ile kendisi arasındaki simbiyotik ilişkiden vazgeçmeyi öğrenebilir ve özerkliğe doğru gerekli adımları atmayı başarır.

Çocuğun gelişiminin bu ön koşullarının sağlanabilmesi için ana/baba da bu özellikte bir ortamda büyümüş olmalıdır. Böyle bir ana/baba çocukta güvenlik içinde olduğu ve tehlikelere karşı korunacağı duygusunu uyandırır. Çocuk ancak bu duygu içinde giderek daha fazla güven kazanabilir.
Fakat bu belirtilen ortamı çocukluğunda tanımamış olan ana/baba “ihtiyaç içinde olan/yoksun” bir ana/babadır. Dolayısıyla böyle bir anne veya baba ana/baba yaşamları boyunca kendi ana/babalarının onlara doğru zamanda vermediklerinin -tamamen isteklerine yönelen, verici, onları ciddiye alan ve anlayan bir varlığın- arayışı içinde olan insanlardır.
Böyle arayışlar doğal olarak hiçbir zaman tam bir başarıya ulaşamaz. Bu ihtiyaçların tümüyle doyurulmasına imkan yoktur; çünkü “aranan” geriye dönüşü olmayan geçmişte kalan bir evrede -ancak doğumdan sonraki ilk zamanlarda- kurulabilen türden bir ilişkidir.''

Etiketler: , ,