Çekirdek Aile



Sevgili Günlük,

Şaşkınlıkla fark ediyorum ki üç yıldan fazla zamandır ilk kez bakıcısız, anne-babamsız bir hafta geçirdik. Eren 2 aylıkken ilk bakıcımız Emine abla başlamıştı. Bodrum'a taşındığımız marttan itibaren yalnız olduğumuzu düşünürsem yaklaşık 9 ay ediyor. Sonrasında hep evde birileri oldu. Bakıcılar geldi, gitti, annemler geldi gitti. Dün bütün bir günü neredeyse hiç bir şey yapmadan (Bir saat Gumsal'da, bir saat de Migros'da vakit geçirdik) yatarak, televizyon izleyerek , eskiden yüklediğimiz animasyon filmlerine göz atarak geçirdim. Abur cubur yedim ve fark ettim ki çoook uzun zamandır böyle gevşek bir pazar geçirmemişiz. Acayip iyi geldi.

Çocuklu hayatta evde birisinin olması büyük bir lüks. Okuldan almak, sabah okula bırakmak, hastalıklar-tatillerde veya biraz huysuz oldukları zamanlarda '' Bugün de gitmesinler canım ne olacak'' diyebilmek harika bir duygu olsa da evde yalnız olmayı, herhangi bir şeyi zarureten yapmamayı çok seviyorum ben. Bu aralar sıkça düşündüğüm gibi eğer evlenecek doğru adamı bulmasaydım ve çocuklarım olmasaydı asosyal, evinden çıkmayan, sinema-kitap-televizyon üçgeninde yaşayan ve çöp evi olan biri olabilirdim. İstiflemeyi sevdiğimden değil, toplamayı sevmediğimden. Şöyle kitap sayfaları gibi üst üste dizilmiş eşyaların olduğu bir gardrop mesela, hiç bilmiyorum böyle bir dolabım olduğunu. Tıpkı annem gibi aşırı kaos olmayacak kadar derleyip toplamak yeterli geliyor bana; fazlası için harcanan zamanı ve enerjiyi çok gereksiz buluyorum. O, pırıl pırıl buzdolapları , tertemiz banyoları olan kadınlara hayatımın sonuna kadar gıpta ile bakacağım sanırım.




Haftalardır düşündüğüm koroya , Bodrum'un en soğuk günlerinden birinde,1 aralık perşembe günü başladık. Emre'nin sesi kısıktı, istemiyorum filan dedi ama çıktıktan sonra haftaya tekrar gelmek istediğini söyledi. Bir saat sürüyor ve o bir saati diğer koro anneleri yakında bir kafede oturarak geçirmeyi adet edinmiş. Eren'i de götürdüğüm için biz farklı yerlere takılacağız muhtemelen.




3 aralık cumartesi 2016

Bodrum'da kar böyle, yapay. Yoksa çocuğun üzerinde mont bile yok.



Cumartesi günü beni işten alan eşimi, onun işine geri götürmem gerekti. Orada epey oyalandık, işi bitince kendimizi Oasis'e attık çünkü Eren'in uyku saati geçmişti. Akşamı edelim de evde-yolda uyuyakalmasın diye düşündük. Eh uyumadı ama bize akşamı ve geceyi dar etti. Laptopa sarmış durumda. Bırakıp uykuya inmeyi istemiyor. Yaka paça zor indirdik. Sonra babası dışarılarda omuzunda gezdirdi olmadı, ben ayağımda salladım olmadı. Zorla uyudu. Gece uyandı 2-3 kez. Dizim ağrıyor dedi, çişini beze değil tuvalete yapmak istedi. Sabah da erkenden kalktılar. L kanepeyi açtık. Üstünde yedik, içtik, mayıştık. Güya bir kat süpürüp silecektim, yapamadım. Bulaşıkların sığmayanları tezgahın üstünde, kanepe hala açık, çöpü çıkardım sadece. Cuma yıkanan çamaşırları astım, topladım. Emre banyo yaptı, Eren yapmadı. İkna edemedim.

Bu hafta sonu böyle geçti. Günlük, ben iyiyim ama içimde bir yer çok acıyor. Öyle kötü şeyler duyuyoruz ki son aylarda. Neden herkes mutlu olamıyor? Huzurlu, güvende hissetmek istiyoruz.

Bitse bu puslu-gri duygular. Çiçeğe durmuş ağaçlar gibi coşku dolu olsak..Hepimiz, her birimiz. Hep kavga, hep savaş, hep çile..Ne güzel yazmış Cahit Sıtkı:


Etiketler: