Bugünlerde Biz

Şaka maka yaz bitti ya a dostlar! İki gecedir, özellikle sabaha karşı ürperten, pike aratan havadan anladım. Canım sonbahar kapıda. Güzel eylül, sevgili ekim, inşallah yağmur, okul telaşı. Öylece durup kendine bakma, kapıları camları kapatıp içine dönme zamanı.

Yarın akşam yola çıkıyoruz. Bir delilik yapıp arabayla gidelim demiştik, giderken Konya'ya, dönüşte Kapadokya'ya uğrarız, dura dura gideriz diye konuşmuştuk. Uçuk bilet fiyatları sebebiyle. Tabi ki vazgeçtik. 15-20 saat yol Fiorino ile olmaz, bile bile lades bizimkisi. Paşa paşa uçak biletimizi aldık. 28'inde dönüyoruz. (Şu satırları yazmanın zevkini ancak özel sektör tecrübesi olanlar anlar)


Eren okula devam ediyor. Salı-perşembe yüzme dersi var ve bu sene acayip yol kat etti. Ayağını suya sokmuş değildi. Suyu sevmiyordu. Şimdi her ders sonrası bize bir şeyler göstermek istiyor. Kolluk takmıyor ısrarla. Çocuk havuzunda ya da kenarlarda vakit geçiriyor. Emre'nin aklı fikri PS'de. (Bize dijital bir şey anlatmaya çalışıp anlamadığımızı görünce burası nup koktu demez mi? ) Bakalım nasıl olacak onsuz.

Eskileri tekrar tekrar okumaya devam ediyorum. Grange ve Binchy yine favorim. Aşk Mutfakta Pişer'i aldım elime dün. Ne tatlı yazıyor bu kadın. Diyaloglar o kadar sürükleyici ki vakit nasıl geçiyor anlamıyorum. Klasiklerden okumaya niyetliyim son zamanlarda. Zola'dan Germinal okudum ve nasıl sahici, güçlü bir dil. Hatırlayıp şaşırdım. Ana var Gorki'den aklımda, bir sahne vardı ki Ana'da of ki of...Sefiller, Anna Karanina, Karamazof Kardeşler; hepsi kitaplığa katılmalı.

Yeni düzenimde idari nöbet diye bir şey var. İki hafta içi bir hafta sonu olmak üzere. Dün sabah nöbetten çıktım ve eve gittim. Hafta içi evde olmak iyi geliyor. Haftalardır yapamadığım şeyleri yaptım: Fırını, su ısıtıcıyı  tost ve kahve makinesini ciflemek, çekmeceleri- dondurucuyu elden geçirmek, oyuncak sepetini ayıklamak, ormana dönüşmüş minicik bahçedeki kurumuş ot-yaprakları toplamak gibi. Ev kendi kendine takılan, üreyen, kadını boğan bir şey; hep elin üstünde olacak, kontrolü bıraktın mı torba torba çöp çıkarıyorsun evden. Kıyafetler alıp başını gidiyor. Eskiyenler, küçülenler, ayakkabılar, kutular, poşetler..Sonu yok. (Biraz da bu sebeple uzun zamandır yeni bir şey almıyordum, bir sabah baktım ki ne ayakkabım var ne yazlık adam akıllı bir bluzum. Girdim Koton'a, aldım 7-8 parça, Mango'dan 3 parça derken kendime geldim. Çocukların her şeyi eskidi, sıra onlarda.)

Taşları düşmüş avize mesela, nasıl gözüme batıyordu.

Şunu da biliyorum; tüm bu saydıklarım dolu dolu bir yaşamın göstergeleri. Çok değil belki on yıl sonra bugünleri özlemle hatırlıyor olabiliriz. Ama yorucu. Benim gibi ev işini bir sisteme oturtamayanlar için çok yorucu. Açtığım her kapağın ardında gözüme batan bir leke,yapılması gereken bir şey olunca hepsini görmezden gelmeyi seçiyorum. Sevgili Cihan Aktaş'ın Dağınık Dünya isimli enfes öyküsündeki Gülnihal gibiyim işte. İşleri biriktirip biriktirip ancak yatılı misafir gelecekse harekete geçebiliyorum . İşte bu benim. Buna rağmen kendimi seviyor ve kabul ediyorum. (Olumlama işi devam ediyor, aferin bana)

''Bu hüzün neden geçmiyor?''

12 ağustos akşamı Sertap konserine gittim. İlk kez. Çok karışık, yorucu bir gün geçirmiştim (Airbnb uygulaması nedeniyle) , bir önceki gece nöbet tutmuştum, kafam zaten dumanlıydı. Bir sürü ayar yapmam gerekti on günlük tatil için. Hiç konser havasında değildim özetle ama Sertap beni aldı götürdü başka yerlere.  Kırık Kalpler Albümü'nü dinlememiştim. Doğrusu çok sevdiğim bir şarkıcı değil. Sahneye iki çeşit düzen tutmuşlar. Sol taraf akustik sağ taraf elektronik. Akustik kısımda söyledikleri hikayeler anlattı bana. Transta dinledim. Sadece ben varmışım gibi.

Sanat insanın kaçabileceği en güzel bahçe..Kelimelerin, zekanın, gündeliğin telaşının ötesinde. İyi ki var..

O zaman herkese iyi bayramlar :)





Etiketler: , , , ,